14 Haziran 2016 Salı

Şüphe imandandır.

Yaşıtlarıma, kendimden büyüklere ve küçüklere dikkatle baktığımda; herkes kendini bulmuş gibi. Herkes kendinden emin. Bugün her yönüyle doğru karar alabildiklerini düşünüyorlar, geleceklerini planlayacakları kadar da bundan eminler. Üç yıl önceki fikrimle bugün için planladıklarımı yapsaydım, bugün o işlerin içinden çıkamazdım sanıyorum. Hele de gençken hayat nelere gebe.

Büyük bir keyifle romanlarda kendimi arıyorum. Filmlerde, müziklerde ve şiirlerde de öyle. Bir parçamı bulduğumda ve bunun benim bir parçam olduğundan emin olduğumda; o eseri çok seviyorum kuşkusuz. Belki bu çok küçük parçalar bir gün birleştiğinde kendimi tamamen bulurum umudundayım. Yalnız bu umudum günden güne kırılıyor. Çünkü sürekli ve artan bir ivmeyle parçalarımı bulamıyorum. Hatta bulduğum ve kaybettiğim parçalarım oluyor. Mesela aşk. Kendimden bir parçayı bulduğumda duyduğum sevinç ne kadar fazlaysa, o parçayı kaybetmem çok daha fazlasına mal oluyor.

Kendime güvenmiyorum. Belki de bu yüzden “güvenmek” duygusunu herhangi biri bana yoğun bir şekilde hissettirdiğinde, bana güvendiğinde çok sıkılıyorum. Sırtımda bir kamburum oluyor. Rahat edemiyorum. Ben kendimden henüz ne bekleyeceğimi bulamamışken, başkalarının benden beklentileri beni fazlasıyla eziyor.

Sanırım Nuri Bilge Ceylan’ın bir söyleşisinde duymuştum. “Düşünceleri, bazen test etmek istersiniz söze dökerek” demişti. Sık sık bunun gibi bir şeyi ben de yapıyorum. Ama bu; daha sonra bir şeyleri savunmak zorunda kalmama, kendimi temize çıkarmama zorluyor. Düşünceler, beyindeki çarpışmalardan oluşan bir elektriklenme ise kimseyi bundan dolayı sorumlu tutamıyorum. Sadece bunu test edip, bundan vazgeçmeyene kızıyorum. Hatta kimseye kızamıyorum. Birine “Seni seviyorum.” dediğiniz anda sevmediğinizi anladığınız olmadı mı hiç? Bunu düşünmenizi bildiğinde bile bundan zarar görecek biriyle sevişmeyi düşünmediniz mi hiç? Birini öldürmek aklınızdan geçmedi mi? Siz hep uyguladığınız şeyleri mi düşünüyorsunuz? Bazı düşünceler uygulanmaz ama test edilmesinde ne zarar olabilir ki? Kürtlerin devlet kurma fikri de, iktidar ortaya attığı andan itibaren tüm düşünce özgürlüğü savunucularının küfrettiği “şeriat” fikri de, “Turan” fikri de, eşcinsellerin evlenebilmesi ve toplumca kabul görmesi fikri de, Müslümanların dinlerini özgürce yaşaması fikri de, sosyalizm fikri de, despotik demokrasi fikri de aynı oranda tartışmayı ve ilgiyi hak ediyor benim gözümde. Üstelik hayatımın bir döneminde Kürt düşmanı, bir döneminde Türk düşmanı, bir döneminde “bugünkü iktidar düşmanı”, bir döneminde “okullara türbanla insan alınmaması” taraftarı, bir döneminde homofobik, bir döneminde anti-emperyalist, bir döneminde ise “kısmi emperyalist” idim. Hiç birine düşman değilim artık. Bazılarını şuanda da desteklerim, bazıları için hala ikna edilmeyi bekliyorum. Bir insanın fikrinin değişmesi başta siyaset olmak üzere tüm sosyal alanlarda “döneklik” olarak lanse ediliyor. Buna “aptallığın egemenliği” diyecek kadar keskin konuşmamalı ama benzeri fikirdeyim.

Piyasadaki talebin, arz yarattığı bir dünyayı görmedim ben. Benim yaşadığım dönemde arz, talebi yaratıyor. En iyi dondurma, en iyi araba, en iyi telefon hep piyasaya sürenler için “en” iyi. Arayış içinde olmayan, kendini bulmuş ürünler. Daha iyi “yeni” bir dondurma, araba ya da telefon çıkacak. Onlar da en iyi olacaklar.

Ağaçlara bakıyorum uzun uzun. Kendilerini bulmuş ve bunu kabullenmişlerin en güzelleri. Fakat yağmura olan sevgim, sanırım onun da arayış içinde olmasından. Diğer mevsimlere oranla, sonbaharı sevmem de;  romanlara oranla şiirleri sevmem de…

Belki bu yazıyı yarın okuduğumda beğenmeyip silerim.