29 Eylül 2016 Perşembe

Hayat Kadını (Metin Altıok Anısına)

“Metin, başına geleceklerden habersizce her akşam yürüdüğü yoldan evine dönüyordu.” diye başlamak daha güzel olurdu belki ama Metin, başına gelecekleri önceden kestirdiği için yorgun ve dalgındı. Her zamanki gibi muhalif olacağı bir şey bulmuş; düşünceleriyle savaşırken yorgun düşmüştü. “Allah” diyordu. “Varsayalım ki bana yüklenemeyeceğim yük vermiyor. Yorgun olmadığım ve vücudumda herhangi bir hastalık olmadığı bir zamanda herhalde 70 kilo kaldırabilirim. Ama 10 dakika sonunda gücüm azalacak ve yorulacağım. Evet, benim anlık olarak 70 kilo kaldırabilme gücüm var. Lakin yıllarca bu yükün altında kalırsam, ölürüm. Yani yüklenemeyeceğim yük hesaplanırken bu dikkate alınmıyor mu? Alınıyorsa, neden benim yüklerim sürekli artıyor? Buna daha fazla dayanamayacağım.” Eğer bir konuda kendini ya da başkalarını suçlayamıyorsa Allah’ı suçlamak adetini edinmişti. Gönülden bir inançla birlikte, fazlasıyla sitemkardı Allah’a karşı, hem kendi başına gelenler hem de başkalarının başına gelenler yüzünden.

“Yakışıklı” diye bir ses duydu. Otuzlu yaşlarının ortasına gelmeden saçları dökülmüş ve beyazlamıştı, üstelik hantal görünümü, kendisinin dahi iğrendiği takım elbisesi ve bu konuda yaşadıklarından dolayı kaybettiği güveni yüzünden üstüne alınmadı. Aynı ses tekrarladı: “Yakışıklı.”

Arkasını döndüğünde, kendisine dikilmiş bir çift göz gördü. Daha gözleri ve yüzü inceleyemeden; imdat diye bağırdığını duyduğu, hapsolduğu yerden estetikten ödün vermeden kaçmaya çalışan göğüslere çevrildi gözü istemsizce. Ve hayatında ilk kez, yüzü dönük birinin kalçalarının yuvarlaklığını hissederek içi gıdıklandı. Tüm bunların şaşkınlığı içindeyken, her şeyi fark etmiş fakat hiç şaşırmamış kadın kendinden emin sesiyle; “Sana her şeyi unutturacağım.” dedi. Hayatta o an duymak istediği tek cümleyi duyduktan sonra tanıdı Metin, şüphesiz bir teslimiyetle kadına ilerlerken.

Kadın, bin yıllık bir tanışıklıkla elini tuttu. “Seni anlıyorum. Kötüsün.” dedi. Gözlerinden, göğüslerinden, vücudunun cazibesinden bağımsız bir ikna ediciliği vardı. “Ben hayat kadınıyım. Sana yaşamını geri sunacağım. Yaşadığını tüm hücrelerinle hissedeceksin.” dedi. “Hadi evine götür beni.”

Ev her zamanki gibi dağınık ve pisti. Yıllardır hiçbir görevlinin gelmediği bir otel odası burukluğu vardı ve bu dağınıklık göze batmıyordu. Her tarafa dağılmış kitaplar ilgi uyandırıcıydı. Metin, henüz konuşmamıştı. Konuşacak bir şey bulamadığından ya da çekindiğinden değil, nereden başlayacağına bir türlü karar veremediğinden.
- Ne iş yapıyorsun?
- Denetçiyim.
 - Denetçileri sevmem. Kuralları onlar koyar, sonra dedikleri olmuyor diye yaygarayı koparırlar. Mesela bizim Rahmi. Bu geceyi tek erkekle geçirdiğimi anlayınca yine sevdiğim bir şeye zarar verecek. Ya da Allah, dediklerini eksiksiz yapmadım diye ateşlere atacak. Karşınızdakini anlamayı beceremez misiniz kuzum siz?
Hayatında hiç, hem Allah’la hem bir pezevenkle aynı kategoride yer almamıştı. Ne diyeceğini bilemedi.   

Kadın, merakından sormadığını ve alacağı cevabı bildiğini düşünüyordu ki hiç üstelemedi. Üstünde “Bir Acıya Kiracı” yazan kitabın kapağındaki adamı göstererek;
- Şu adam kim?
- Metin Altıok.
- Hangi acıya kiracıymış? Ben tüm ev sahiplerini tanırım.
- Bilmem.
- Okumadın mı?
- Defalarca okudum.
Gülümsedi kadın. Göğüs uçları belirginleşmişti. “Bir sigara ver ve bana da oku.” Bu teklifsiz, kendinden emin emir verici konuşması cazibe uyandırıyordu. Ama kendini tuttu Metin. “Başka bir şey okuyayım.” Kadın ısrarcıydı, arasına kağıt parçası sıkıştırılmış sayfalardan birini açıp kitabı uzattı.

şu içimde köpüklenen gün görmemiş sevdayı
suçmuş gibi öfkeyle hep ağzıma tıktılar
bulamadım yüreğimin menzilini yolunu
beni geçip boz bulanık bir kuyuya aktılar
kararttılar cebimdeki kuş sulağı aynayı

kırmızı gül giderayak sende kaldı tamahım

bir şehla sabahla göçebe akşam arasında
çoğalttı azı dişlerini durmadan zaman
bense düştüm peşine cevapsız soruların
alnımdan başlayıp yüzümü acıyla buruşturan
sevdayla tenin sallanan yırtık ufkunda


kırmızı gül giderayak sende kaldı muradım

Metin, “muradım” dediğinde çok yorulmuştu. Kitabı öylece bırakıp bir sigara yaktı, bir tane de uzattı. Kadının sigarasını da yaktı. Kadın, bir önceki sayfayı çevirip “Oku.” dedi. Metin, “o şiiri bir kere bir kadına okudum.” “Sen nasıl hayat kadınıysan, o da ölüm kadınıydı. Onda hayatı aradım, ona bu şiiri okuduğumda. Benim için önemliydi. Ondan “sadece” bir şey istedim. Olmadı.”
Kadın; hiçbir kurala uymadan, sanki bir yemek tarifi okurcasına ruhsuz;

Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ
Sevgiler bekliyor sürekli senden.
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksiği tamamlayayım derken,
Var olan aşınıyor azar azar zamanla.

Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.

Anılarım kar topluyor inceden,
Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne.
Ama yine de unutuş değil bu,
Sızlatıyor sensizliği tersine.
Senin kim olduğunu bile bilmezken.

Sevgiden caydığım yerde darıl bana.

Gülümsedi kadın. “Sevdim keratayı” dedi. “Hadi bana şiirler oku.”

Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar...

Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.

Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.

Omzumda bir kesik el,
Ki durmadan kanar.

Ah kavaklar, kavaklar...
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.

Kadın, ayağa kalktı. Köşede duran şarap şişesini bir çırpıda tıpasından ayırarak, içti. Ağzının kenarından aktı birkaç damla. Göğsünde durdu. “Oku” dedi.

Şimdi benim buzdan bir döşekte
Üç büklüm olmuş zavallı sevdam,
Üşüyorsa ölesiye yalnızlıktan;
Bil ki senin hep böyle güvensiz,
Yaşamdan korkar oluşundan.

İşte bunun için sevmiyorum seni.

Şimdi benim bir han avlusunda
Hiç bitmeyecek umutsuz kavgam,
Soluyorsa başı önde yorgunluktan;
Bil ki senin hep böyle umarsız,
Yarını göze alamayışından.

İşte bunun için sevmiycem seni.

Metin, yeni bir emri beklemeden sayfaları karıştırıp devam etti;

Benim bu dünyada bir yerim olmadı,
Kuytu gövdemi saymazsak eğer.
Gövdem ki varla yok arası,
Hem varlığa, hem yokluğa değer.
Ama yüreğim hiç solmadı.

Bir gül koklayayım izin verin de.

Ben yaşama da, ölüme de inandım;
Tamamlarlar sanırdım eksiklerimi.
Çarşıları hep birlikte gezerdik;
Biri dostumsa, sevgilimdi öteki.
İkisinin adını yanyana andım.

Bir soluk alayım izin verin de.

Hızını alamamıştı, tekrar çevirdi sayfaları;

Eskimiş bir konsolun
Çatlak aynasında durmadan,
Bir buluttur mehtabı inatla kovalayan.
Bir hüznü yansıtan alnının ortasında,
Yüzün müdür acaba yolumu dolaştıran?
Acının bu solgun haritasında,
Kendime yeni duraklar bulduğum.
Ulaştığım ıssız dağ doruklarında
Yüzün müdür hep sorular sorduğum,
Bakışının titrek aydınlığında?

Aslında ne bulunur bir gezginin yanında
Kendi yüzünden başka,
Hüzünle bileyen direncini.
Bir suyun ürpermiş aynasında
Apansız gözgöze geldiğim.
Ayakları ayaklarıma bitişik
Kımıltısız bir gövdeyle rüzgârın sildiği.
Bir bulup bir kaybettiğim
Yani bir gezginin hep gittiği,
Senin yüzün benim yüzüm değil mi?

“Son bir şiir oku.” dedi kadın, Metin’e tamamen hüzünle yaklaşarak. Artık bacakları birbirine değiyordu.

Bazan oturduğum yerde
Kendi kendime dalıp giderim,
Bulanık geçmişimle.
Genişleyen halkalar çizerim,
Bir düşün uyanık imgesine.

Gölünüze taş düşerim.

Sizse hep konuşursunuz
Sığınıp kof sözlere,
Kaçarak kendinizden
Uğuldayan hüznünüzle.
Telâşla geceyi bulursunuz.

Gözünüze yaş düşerim.

Kadın; “Ölüm, hayatı hep yeniyor.” dedi pes etmişlikle. Metin birden kükredi: “Defol.” “Hemen çık ve git.” Bu sefer kadın, verilen emrin gücünü sorgulamadan, hiçbir şey söylemeden kalktı ve gitti. Metin’in midesi bulanıyordu. Her şeyden, herkesten midesi bulanıyordu. Orta yere kusma isteği geldi, karşı koymadı. Bütün kitapları halının üstünde topladı, onlarca kitaptan hemen “Günah”ı buldu. Yaktı ve diğer kitapların üstüne attı. Bir sigara yaktı, ezberden bağırmaya başladı alevlerin ışığında, sıcaklık arttıkça sesini arttırarak;


Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak,ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.

Hata yapmak
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.

Çeşme var,kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.

Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.

Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.

Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder