“…Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden
Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
Yan garipliğine yürek yan
Gitti giden…”
Giden gittikten
sonra hemen böcekler gibi başlayamıyor insan. Önce bir garipliğine
yanıyor. Gerçekçi olmak gerektiğinde; insanların, sanatçılarla ilişki
kurmasına karşı çıkar, eserlerle ilişki kurmasını savunurum. Ama bazıları var
ki insanın aşkını, acısını, derdini, çığlıklarını birkaç kelimeyle yüzüne
vuruyor. İnsanın doğasında “anlaşılmak istemek” var sanırım. Bugün hiç
konuşmadığım halde, en iyi anlaştığım insanlardan birini yitirdim. Üzülüyorum
ve beni anlayın diye yazıyorum bunları. Kim okur bunları, kim anlar bilmesem de
anlaşılmak istiyorum…
“Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya…”
Şimdi hayatımın her yerinde ölene dek
sürecek bir sızı kaldı. Çünkü ben Allah’ı andığımda –ki bunu yaşım ilerledikçe
daha sık yapacak gibi görünüyorum- bir yerlerden bir ses duyacağım.
“ters çingenesiyim güneşin, bir onu izledim
yollar özlemden kanadı, adımı yansıdı dağlar
ağaç oldum yemişlerim silkelendi, hoşnudum
içime yürüdü ayaklarım
hallac kendim, nesimiyim, öyle inandım ki
tenimin dışına çıktım.”
Hüzünlerim yaşımla beraber artıyor
ister istemez, şimdi kış geliyor. Bir dostla konuşursam ağzımdan döküleceğim.
“Beni sorarsan,
Kış işte
Kalbin elem günleri geldi
Dünya evlere çekildi, içlere
Sarı yaseminle gül arasında
Dağların mor baharıyla
Sis arasında
Denizle göl arasında
Yanımda kediler, kuşlar
Fikrimden dolaşıyorum
Hiçbir iktidarı sevmesem de
Sobanın iktidarında
Çarpışa çarpışa nasılsa
Büyüyebilen kızlar
Uslu, sakin, ölümü bekliyorlar
Yaşlılık
Dev mi oldular, başkaları
Üstüne üstüne gelip korkusuz
Güçlerini deniyorlar.”
Seçimler gelecek geçecek, siyaseten iki
çift laf konuşma isteği hasıl olacak. Bir çocuğa bakacağım.
“büyü de baban sana
büyü de büyü
acılar alacak yokluklar alacak
büyü de baban sana
büyü de baban sana
büyü de büyü
bitmez işsizlikler açlıklar alacak
büyü de baban sana
büyü de baban sana,
büyü de büyü
baskılar, işkenceler,
kelepçeler, gözaltılar,
zindanlar alacak
büyü de baban sana,
büyü de büyü
büyüyüp de on yedine geldiğinde,
baban sana idamlar alacak”
Sonra bağıracağım bir marş gibi.
“Haksızlık nerde olursa olsun
Zulüm nerden gelirse gelsin
Barışla, sevgiyle olmayacaksa
Ey gerçek sesimiz, ey büyük kavga
Yankılan dağdan dağlara
Yankılan dağdan dağlara”
Ülkesindeki savaştan, yoksunluktan
kaçan birilerini göreceğim yollarda. “Bunlar da her yerde, iyice başımıza bela
oldular.” diyecek yanından geçerken biri. Ben o birini duyunca hatırlayacağım.
Her mültecinin içinde bir gül ağacı boylanır
Sıcağa susuzluğa dayanıklı
Ülkesizlik tüm ülkeler sayısınca genişliktir
Sınırsızlığa sonsuzluğa dayanıklı.
Özlem değil hayır üzünç değil
Özleme üzünce karşı koymaydı
Ansızın ve nedensiz fırlatılıp atılmış da
Yasasız tüzesiz suçsuzluğa dayanıklı.
Barok bedenine düşleri ve kuşları
Aynı incelikle yerleştirebilir
Vivaldi bir uçta Borges öteki
Çılgın kalabalığa sinsi yalnızlığa dayanıklı.
Her mültecinin içinde bir gül ağacı boylanır
Sevdiğim kadına şiirler yollayacağım
ama her defada ilk önce aklıma bu gelecek.
“Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim
"Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve günışığı sislerden düşsel ovalara
Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim
Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü
Yitik ceren arayı arayı anasını buldu
Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek
Soludum, üfledim,yaprak pırpırlandı Ağustos dindi
Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi
Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin”
–Muhtemel- anlamayacak beni sevdiğim
kız.
“Utanılacak bir şeymiş, öyle diyor Camus
Tek başına mutlu olmak”
Sonra olanlar olacak ve ben utanacağım.
"Gerçek acıyı tanıdım / yaraya değdim / bir cehennem taşıdım
/ omuzlarımda sanırdım / açtım gözümü ki dünya / cehennemden öte cehennem /
utandım. "
Bir süre daha ısrar ederim, kesinlikle.
“evler büyük dedikçe büyük
ben insanların en garibi
uzağı ilk defa kavradım
görür yahut dokunur gibi
eski bir saçakta kuşlarla
yele yağmura karşı oturdum
iç içe daireler çiziyor
içine adını yazıyorum
Gün uzun türküsünü bitirdi
Karlı dallara yürüdü karanlık
Yalnızlık çekilmez bu vakit
Delirdi denizde yosun çayda balık
Gel artık”
Belki de beni sevmediğini
kabulleneceğim bir gün.
“Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma
Yeni dostlar yeni rüzgarlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuturlar
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma”
Yokluğuyla kalmaya alışacağım belki.
“Beni dünyadan ötelere götürdün
Kollarımı bağladın dur dedin
Tuz kokan geceler dur dedi
Durdum bekliyorum, gelme
Ay aydınlık gece kara
Gözlerimin ardında karanlık ölesiye
Canlı ve cansız ne varsa sımsıkı
Bu saat daha yakın daha el ele
Şimdi yalnızlığımdan utanıyorum
Durdum bekliyorum, gelme
Bunu ta başından biliyordun
Bir gün buralarda sonuncu kalışım olacaktı
Ellerinin bir anlık şeklini tutacağım
Bozkırdan günün son treni geçecek
Ben her şeye ardından bakacağım
Bunu ta başından biliyorum
Durdum bekliyorum, gelme
Artık ne sen konuşmalısın ne başkası
Yaşamak adına geçtik bütün değerleri
Beyazın en orta yerinde duydu yürek
Bu rüzgâr tutmaz insanı uzun boylu
Bu rüzgâr serseri
Şimdi kavramların ve cümle rüzgârların dışında
Durdum bekliyorum, gelme ”
Ama sitem etmekten de vazgeçmeyeceğim.
“Susarak,iki komşu gibi güne değerek
Asıl söyleneceklerin üstünden aşarak
Sevdiğim,
Ayrı ayrı uzakta, yanyana
Birbirimizi derinden gözlediğimiz yazlarda
Ve üstün körü baktığımız kentlerde
Güllerin güllerimiz
Hüzünlerimse hüzünlerimiz değil”
Bir sigara yakacağım bazen.
“bir hikaye bilir söylerim
dost yıldızlara karşı ve sabaha doğru
bu hikayenin bir ucu sendedir
kurtarmak isterim kurtarmak ister(d)im
bütün uçurtmaların ipi elindedir.”
Kızacağım elbette sevdiğime.
“ben yoruldum gidiyorum
kendi endişeni kendin seç”
Unutulduğumu bileceğim bir gün.
“…Kurtuluş istasyonundan tren dolusu
Güneye gidenlere el ettim
Güneyde doğuda bu şehirde
Yepyeni bir yaşamada hepsi
Çoktan unutmuşlardır beni
Affettim
Bu perişan halime sebeptir
Senin unutmuşluğunu affetmeyeceğim”
Sıkılacağım biliyorum, hep sıkıldığım
gibi.
“…biz şimdi güzleri ayrı ayrı
kuşları güzelsiz, yüzlercesiz
bir bakıma öldük açıkçası bu
bir başka bakıma nedensiz evetsiz
unutmaya yaşıyoruz günleri doğru mu?”
Belki rakıyı biraz fazla kaçıracağım
eski sevgiliyi anacağım.
“…Altı yıl köpeğinim dedindi
düzyollarda
Altmış yıl hayali bir sese havladım
Engebe en gebe
Şimdi başlayabilirim
Bileğin diyorum
Sol bileğin
Yüzüme sürerdin
Vedalaşırdık
Damarın damarıma
Bana bıraktığın buydu…”
Gittikçe yabancılaşacağım herkese, her
şeye. Yaşlanacağım. Belki ananem ölecek, dayım, annem, belki kardeşim, belki
sevdiğim…
“Dünyada Fransa diye bir ülke yokmuş da
Fransızmışım gibi dolaşıyorum
Parasızım ve kahverengiyim, elma çalıyorum
Tutuyorlar elmayı ve beni "Pis Marok"
Belim kırık, sol elim kapalı, bacaklarım felç
Sarışın kuşu olaydım annemin
Uçamam, böyle kalamam, ölürüm
Üzülme Arianne, sevgili Arianne
Bedenim onbir aylık, ölü bir kuşun bedeni
Üç yaşında dişlerim beyaz ve kesici, üç yaşında
Babam mülteci, anneminse
Ne adı ne soyadı, ondan daha daha mülteci
Rahminde unutulunca anlamıştım bunu
Plastiktenmişim gibi davrandılar bana
Ve anneme liken, kara-fatma
Niye ilgilensinler benimle, solan bedenimle
Niye ilgilendirsin onları doyup kalktıkları sofra
Uzak Asya, Latin Amerika, Önasya, Afrika
Elma, o çaldığım elma Gardia Civil'in birinde
Çürümüş pörsümüş, ne bana ne başkasına
Suç aletiymiş, kimseye vermiyor
Kuvaförle, suyla, sabunla bezeli dünya
Parasızım ve Vietnam yapışkan saçlarımla
Kullanıp atıyorlar aldırmıyorlar ama
Radyasyon, eds, delik ozon, asit ve esrarın avcunda
Ölebilirim, sarışın kuşu olsaydım annemin
Açık kalırdı ölmeye özlemden ağzım
Gardia Civil'de yüzlerce çalınmış elma
Belki siyahım, ya da soluk Hintli, belki Türkiyeli
Dünya, bir o bizim doyamadığımız
Onların doyup kalktığı dünya
Radyasyon, eds, delik ozon, asit, esrar ve çürümüşlüğün avcunda
Ermişim abdalım değil, kör değilim yalnızca
Can gözüm görüyor, geç, çok geç, hasta dünya
Aldırırlar bir gün nasıl olsa
Bir gün annelerinin tüm sarışın çocuklarına
Aldırırlar bir gün nasıl olsa
Ama aldırdıklarında
Radyasyon, eds, Civil Gardia, delik ozon, çürük elma
Dünya basıp gitmiş olacak”
Ölümüm yaklaştıkça herkesi, her şeyi
anlayacağım belki.
“herkes kendi türküsünü söylüyor
kendi türküsünü hafif dokunaklı”
Şuan olduğu gibi her zaman anlatmak
isteyeceğim, şiirler yazmak isteyeceğim ama bileceğim ki;
“Sözcükler anlamın tutukevidir.”
Belki son ibadetimde aklımdan geçecek;
Ömrümüzün kilimine
Anamızın diliyle işlenen sözcükler
Çoğu kez şunlara benzer:
Acıları uzağında beklet
Elinde ipekten yelpaze
Usul usul, hoşgörüyle
Yaklaş kendine
İşte kendin, işte durgun suların aynası
Seyret, gülümse
Oysa
Kim harlandırıp yüreğinde ateşi
Kıyametini büyütmezse
Ve hesaplaşmazsa kendiyle
Ateşten kurtulmayacaktır
Kim doğruysa aramalı
Yusuf’u, Kenan kuyusunda
Değilken Mısır’a sultan
Ey inanan
Sen ey inanan
Aracısız konuş kendinle
Kendime son bir söz söyleyeceğim belki
ölmeden;
ellerim tutmanın elleri ve gözlerim bakmanın
benim değil ayaklarım yürümenin
solumaya bir yerlerim sevmeye başkası
ben yaşamanın olmalıyım öyleyse, değilim
benim yaşamam mı ne, belki de şu:
kesin bir şiirde kendi gibi olmak
bir kapı hep nasıl açılır hani o
yok bir değişmesi esnemenin hani
ayna ayna, yankı yankı, akarsu su
yaşama, hani apaçık ya işte o
o elindekini bitir gidelim
biter bir yenisi gelir o elindeki mi?
benim yaşamam mı? ne gezer canım
hep böyle kesin mi düşünür isterim
bir şeyi aktarır gibi bir elden bir ele
haydi hep birden ne istediğini bilmemeye
o elindekini bitir gidelim.
GÜLTEN AKIN’I HEP ÇOK ÖZLEYECEĞİM…
“Hiç kimse ağlamıyor artık özlerken”
Not: Bir gün bu şiiri baştan sona ezberleyeceğim.
http://epigraf.fisek.com.tr/?num=327
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder