18 Aralık 2021 Cumartesi

Gerekli.

Kavga etmek için bile,

Yalan söylemek için bile,

Öldürmek için bile,

Sevmek için bile,

Kaybetmek için bile,

Küfretmek için bile,

Gülümsemek ve ağlamak için bile,


Ve şiir yazmak için bile;

Umut gerekli. 

3 Mart 2019 Pazar

Çoklu Kişilik Bozukluğu Hakkında Sade Nesir-2


-          Yaşamayı sevmek vardı şimdi.
Aşkla oluşmuş bir çocuğa sarılmak…
Denize açılmayı hayal etmek vardı,
Sevdiğin kadınla tekleşmeyi düşlemek…

Ruhunu okşayan bir müzikle, ufka doğru araba sürmek vardı şimdi.
Yan koltukta sevdiğin kadın sana bakıp gülümsüyor.
Sigarayı bırakmışsın, araba havadar, bagajdaki leylaklar kokuyor.
Anne yokluğunu unutmak vardı…

Uyumak vardı şimdi uyanma saati olmadan,
Rakı masası tadında kahvaltı yapmak bahçenin sıcak gölgesinde,
Kendine küçük mutsuzluklar bulmak zorunda hissetmek vardı şimdi,
Çiçeklerden, kuş seslerinden bahsederek şiirler yazmak.

Hayal etmeyi unutmak vardı şimdi…

-          Oğlum bu şiir tutmaz. Bunlar daha az yorulacakları bir iş ve çok para hayal ediyorlar. Parayla ne yapacaklarını bilmeden, daha çok. Bunlar çok kaslı, büyük memeli, insana benzemez şekilde boyanan, şu ünlü oyuncuya benzeyen birileriyle estetik ve samimiyet umurlarında olmadan çiftleşmek istiyorlar. Sen tekleşmekten bahsediyorsun. Okumazlar, okusa da sevmezler.
-          Umrumda değil. Ben her şeyi bir kişiyle paylaşıyorum, kim olduğunu bilmiyorum ama belki o kendini biliyordur diye paylaşıyorum.
-          Bu ucuz romantizmden keyif alıyor musun gerçekten? Bu acınacak bir hal gibi görünüyor dışarıdan.
-          Romantizm mi? Ne romantizmi? Kumarbazım.
-          Kumarbazlar da romantiktir.
-          Haklı olabilirsin, peki, ben ucuz bir romantiğim. Ve benim bile bilmediğim, kendini bilecek birine mektuplar yazıyorum. Üstelik o her kimse, bunu okuma ihtimali milyarlarda bir olsa da milyarların birlerden oluştuğunu düşünüyorum.
-          Güldürüyorsun salak, hem Bülent Ecevit’in “Yapamadığımız” şiirinden arak gibi, tamamen aynı duyguyu anlatıyor.
-          Saçma sapan konuşuyorsun, üzerine şiir yazılmış toplasam 1.000 çeşit duygu bulabilirim fakat binlerce şiir yazılmış…
-          Bunda haklı olabilirsin ama içerikte haksızsın.  Başkalarının çocuğuna sarılmana izin vermezler. -İnsanlar kendilerinin ve /veya sevdiklerinin bir başkasıyla sarılmasını yadırgıyor.- Sen de, çocuk yapmazsın. Çocuğa böyle şiirler yazdığını mı anlatacaksın, onu bir bedene, bir eğitime, bir çevreye hapsedip; kimi zaman egona kimi zaman nefsine yenik düşerek bütün hayatı boyunca kişiliğini yönetecek huylarını mı oluşturacaksın? Yapmazsın.
-          Bazı anların hayalleri, gerçeklerinden daha mutlu etmez mi? Hayal kurarken daha rahatsındır, gerçekte aynı mutluluğa sahip olamayabilirsin. Evet, çocuğa ben seni “Ben seni paşa gönlüm öyle istedi diye yaptım evlat. Seni sürekli sterilize edecek gücüm yok, senin de başına kesin bir şanssızlık gelir hepimiz gibi, sonra kötü bir hayat yaşarsın ve üstüne bir de inandığın dindeki ateşler seni bekler. Seni burada yalnız bırakacağımı, insanın ne kadar aciz olduğunu bildiğim halde düştüğün hataların bedelini her zaman ödeyeceğini bilmeni isterim.” diyemem. Ama sevdiğim kadınla sevişmek konusunda geri adım atmayacağım. Etraftaki kimsede, sevdiği kadınla veya adamla sevişiyormuş mutluluğu yok.
-          Çocuk konusunda mantıklı yolu bulmamıza sevindim. Sevişmek konusuna gelince, sevmeyi yanlış anlıyorsun. Sevmek, sevişmek istemekten daha çok mutlu etmek istemektir. Onun için çalışmak, para kazanmak, onun istediği hayatı ona yaşatmak, çocuklarına babalık yapmak, arada bir tatile gitmek, bir de çiçek alırsan sevilirsin. Bir yaştan sonra herkes bunu arıyor.
-          Bulduğun her şeyi okuyorsun be birader. Bu da “Ortadoğulu Kadınlara Dayatılan Erkekler Rehberi”nden mi? Âşık olmak ne demek anlamıyorsun. Âşık olduğun birinin boynunun kokusuna burnunu gömüp, gözlerini kapadın mı hiç? O sırada bütün borsalar dibe çökse, işten kovulsan, çocuklar dersten zayıf alsalar önemli olur mu?
-          Anlamıyorsun. Aşk dediğin şey bir yaşa kadar çok güzel. Fakat hayatın gerçekleriyle yüzleştiğinde anlıyorsun ki önemli olan aşk değil sevgi.
-          Ben de diyordum ki “Ne zaman bu goygoy açılacak?”
-          Bir yaştan sonra aşk para etmez. İnsanlar bunu bildiklerinden aşkın önüne set çekerler. Âşık olmamak için kendilerini beyinlerine hapsederler. Çünkü anlarlar; âşık adam yatalak olan aşkının altını temizlerken ağlar, gittikçe kendini yer. Ama sevmiş adam, her gün düzenli bir şekilde bu işi görev edinir. Yatalak olsan, kim yanında olsun isterdin?
-          Siz hepiniz manyaksınız. Yatalak olsam yanımda kim olsun mu isterdim? Gülmekten kendimi alamıyorum. Yalnız ölürüm, ne olursa olur. Ben bu hayatta sevdiği kadınla sevişme ve birlikte olma duygusunu yaşamış biri olarak bundan daha üstün bir hayal bulamıyorum kendime.
-          Abaza mısın, ne boksun anlamıyorum. Nedir bu sevişme arzusu, uzun zamandır yalnız mısın?
-          Her zamanki kalitesizliğinde sorular sormayı ne zaman bırakacaksın? İnsan neden cevabını bildiği soruya yeni cevaplar arar? Neden yeni sorular aramaz? Sevişmeyi hala çiftleşmek sandığından da bir damla şüphem yok üstelik. Tekleşmekten bahsediyorum ben.
-          Tamam da tekleşirken bu aktivite olmuyor mu?
-          Oluyor.
-          Bu bir insan ihtiyacıdır. Ayarlayalım bir gece bir şeyler.
-          Bazen bazı laflar edildiğinde, öylece ortaya kusmak istiyorum.
-          Aman be, bu duruşunu kaybetmediğin ve kendini kastığın kimliğinden ne zaman kurtulacaksın? Biliyorum, uzun zamandır yalnızsın. Vücudun bir ihtiyacı. Senin gibi kadınlar da var. Birbirinize destek olduğunuzu düşün. Kimseyi aldatmıyorsun, kimseye zararın yok hatta birbirinizi mutlu ediyor sonra bir dahaki sefere kadar görüşmüyorsunuz. Fuckbuddy kavramı bence saygı duyulası bir şey.
-          Kimin ne yaptığı beni ilgilendirmiyor. Birini ilgilendirip bu kavrama karşıysa, ben de ona karşıyım. Herkes istediği her şeyi yapabilir, her yapılana saygım var. Ama kimse benim de ne yaptığıma karışmamalı. İnsanoğlundaki onaylanma arzusundan bıktım. Ben yapıyorum, sen de yap. “Çayı şekersiz içerim.”, “Sigara içmem.”, “Rakıyı çok severim.”, “Onu tutuyorum.”, “Bunu destekliyorum.” Gibi cümlelerin ardından “Ben de” cevabını açıkça talep eden tiplerle doldu her yer. Kim ne isterse yapsın. Bedenimin ihtiyaçlarını önemsediğin için çok teşekkür ederim ama seninle “avcılığa” çıkmayı düşünmüyorum.
-          Peki, şimdi dört bir yanı kitaplık olan, viskimizi yudumladığımız ahşap yuvarlak bir masada rulet oynarken karşında oturan, siyah elbisesi ve iç gıcıklayıcı eldiveniyle sana gülümseyen hanımefendiye gülümserken hayal et kendini. Rulet oynarken ne kaybedeceğin ne de kazanacağın paranın önemi olmadığını hayal et, sadece “daha çok kazanmak” için oynadığını. Masada seviyeli bir sohbet olduğunu ve senin de sohbete bir şiir dizesiyle müdahil olduğunu düşün. Sonra karşındaki hanımefendinin bununla ilgilendiğine sevindiğini hayal et. Kalbinin güçlü bir şekilde attığını hisset. Sonra o hanımefendiyle sanki birbirinizi hep tanırmışsınız gibi el ele odaya çıkışınızı düşün. Tam birbirinizi soyarken, “Ben ilişkilere inanmıyorum, yarın birbirimizi unutalım.” dediğini düşün. Kollarını hanımefendinin beline sarmışken ve göğüsleri senin göğsünü eritirken, bu duruşunu koruyabilecek misin?
-          Bu hayalde hata yapmayı ve onu öpmeyi yeğlerim. Hayal nasolsa. Hata yapmamda ne sakınca var? Bu hayalde hata yapmak istiyorum.
-          Ben de sana hayallerini yaşa diyorum. Tamam, elit bir kumarhane ve sana aşkı yaşatacak bir kadın vaat edemem ama göğsün erir.
-          Bu konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum. Şurada iki dakika hayal kuralım dedik, içine ettin.
-          Kurduğun hayallere dikkat et, başına geldiğinde şuanın hayalini kurabilirsin.
-          Oğlum her şey zamanın geçmesi için. Şirketler, paralar, olaylar, siyasetler, ilişkiler ve diğer tüm her şey zamanın geçmesi için. İyi geçerse ne ala, kötü geçsin istemem. Ama önceliğim zamanın geçmesi. Birinin bu işin sonunda karşıma geçip, neden buraya gönderildiğimi bana açıklayacağı güne kadar zamanı geçirmem lazım. Niye bazı ucuz hislerle ve egolarla donatıldığımı, neden çok sert olduğu için kırılan bir nesne olarak yaratıldığımı, neden uçamadığımı, hormonların etkisiyle neden bir yerlere sürüklenmek zorunda olduğumu, bu sınava neden gerek duyulduğunu ve neden sorumlusu olmadığım birçok acizliğimle bu kadar zor sınavlara meydan okutulduğumu birinin bana anlatacağı günü bekliyorum.
-          Yine kafayı yemiş yemiş konuşuyorsun. Hayat güzel, nefes almak güzel. Bazen gülerken bütün bunları unuttuğun o an daha iyi bir adam oluyorsun. Herkesin kendin gibi olmasını istiyorsun, bazı sorunların çözülmesini istiyorsun. Başkaları istemiyor.
-          Onlar ne istediklerini bilmiyorlar. Hem maaşlarının yarısını aynı gün devlete veriyorlar hem de devletten yardım bekliyorlar. Devlet dediğimiz yapının kendilerinin olduğunu, orada kendilerini temsil etmeleri için maaşlı adam tuttuklarını unutuyorlar. Tuttukları maaşlı vekillerinden iş ve para dilenip, onların önünde düğmelerini ilikliyorlar. Biri benim işim gücüm var diye bana vekaleten iş yapacak ama bu iş için ona yalvarıp, onu el üstünde tutacağım. Tabii ki herkesin benim gibi olmasını isterim. Bunlar salak!
-           Yine başladın üstten üstten. Oğlum düzen bu. Ya sağcısın ya solcusun ya da ortacı. Sen hep ben üstçüyüm diyorsun. Hepsinin hatası var diyorsun. Kimseyi beğenmiyor, kimseye destek olmuyor, kendin de bir şey yapmıyorsun. Hep aynı konuşmalar seni sadece tutarlı yapar fakat konuştukların için en ufak bir çaban yok. Toplum için bir şey yaparsın, olmazsa haklısın.
-          Bu salaklar için kılımı bile kıpırdatmam. Vatan, millet aşkı yok bende. Ne yapayım, yalan mı söyleyeyim? Tüm insanlar bir. Herkes mutlu olsun ve istediğini yapsın istiyorum. Ama bunun için uğraşıp, sonunda hiçbir yere varamadığım bir yolda kaybolmak yerine sadece kendimle ilgilenmeyi tercih ederim.
-          Bencilsin.
-          Büyük bir keyifle.
-          Olmak istediğin adam, oldurulmak istendiğin adam ve olduğun adam arasında o kadar kaldın ki bazen hangi davranışını hangisinin sergilediğini karıştırıyorsun bence.
-          Hepimiz kadar. Tüm insanlık kadar. Beni yereceksek, unutamamam konusunda yerelim. En sevdiğim şairlerin yakılmasını da unutamıyorum, baş örtülü insanlar üzerinde kurulan baskıları da, el ele tutuşan gençlerin itilip kakılmasını da, maden işçilerini de, asılan gençleri de, görmeyeli yıllar olmuş bir kadının boynunun kokusunu da, yıllar içinde başıma gelecekleri bile şimdiden unutamıyorum.
-          Bence senin yerilecek huyun, abartıyor olman.
-          Öyle siyah ve beyazsın ki, öyle her şeyi bir uca çektin ki “daha ve en” olmayan hiçbir şey dikkatini çekmiyor. Anlatırken dikkatini ayakta tutayım diye öyle konuşuyorum. Geleceği unutamamak, bir söz sanatı. Sana sanat yaparak konuşuyorum, cevabın kalitesizliğine bak. “Abartıyorsun.”
-          Güya seni yeriyorduk.
-          Beni yererken sorun yoktu. Şimdi mi oldu?
-          Seninle ağız dalaşına girmeyeceğim. Her şeyi bildiğini düşünmen karşındaki adamı yoruyor. Hep bir muhalefetsin ve bir şeye de “Tamam.” demiyorsun. Söylediğin şeylerin tamamı doğru bile olsa, sürekli söylediğin için inandırıcılığını kaybediyorsun. Çekilmez bir adamsın.
-          Beni yerelim. Yerele inelim, diye espri yapasım geldi. İçimde hafif bir gülümseme oldu, aklıma geldiğinde. Sonra harflerin uyumu dışında hiçbir özelliği olmayan ve en ufak bir zeka belirtisi göstermeyen bu laf ağzımdan çıkıverdi. Sonra beynimin verdiği biraz geciken komut, “diye espri yapasım geldi.” diye toparlattı. Bazen dilim, düşünme hızıma yetişemiyor. 10 salise evvel vazgeçtiğim bir cümle ağzımdan çıkabiliyor. Bu bir kusur, maalesef.
-          Seni yererken yerele inemeyiz. Sen, kendini yererken bile mağrursun. Kendini yererken, güya çaktırmadan öven tiplere gıcık olurum.
-          Oha, mağrurun “kendini önemseyen, böbürlenen” anlamına geldiğini bilip de cümlede kullanmış son zamanlarda tanıdığım tek insansın.
-          Konuyu nasıl da saptırıyorsun.
-          Çok uykum geldi.
-          İyi geceler.   

16 Şubat 2019 Cumartesi

Çoklu Kişilik Bozukluğu Hakkında Sade Nesir

Nedir bu kendimle kavgam! Loş bir sokakta, yağmur yağarken, tam da olmak istediğim ve oldurulmak istendiğim adamların gözleri önünde, çenemin sarsılmasıyla yere düşüşüm kendi yumruğumla. Neden bu kadar aciz kalıyorum kendime karşı, yerde kendim tarafından tekmelenirken…

Ben diyorum ki o sırada:
-          “Ama ben insan tekmelemem.”

Ben cevap veriyorum,  
-          “Her şeyin, olma ihtimali vardır. Düşünsene insan katil, insan tecavüzcü, insan yalancı, insan riyakâr, insan güvenilmez, insan uyuşturucu bağımlısı, insan terörist, Allah’a da Şeytan’a da puta da ateşe de ineğe de taptığını bildiğimiz insan, insan savaşçı, insan düşman, yakan da insan yıkan da. Kuş olmayı tercih ederdim ama ben de insanoğluyum.”

Nedir bu kendimle kavgam! “Arabanın iç dikiz aynasından, arkadaki araçta aşık olduğum kadının yanında şoförlük yapan adam korna çalarken ve orada ben oturmalıydım diye düşünmek yerine aşık olduğum kadını izlemeyi tercih etmişken –tam o anda- arabayı uçuruma sürüklediğimde, o uçurumu anlamlandırabilir miydi sevdiğim kadın?” diye düşünmek bana vakit kaybı gibi geliyor. Hatta “şoför” kelimesi kullanarak gıcık olduğumu belirttiğim adamın sevdiğim kadının yanında oturuyor mutlu olmalıyım ve sevdiğim kadın onun yanında oturmaktan mutlu ki benimle oturmuyor şeklinde düşünürüm. Aşkı karşımdakine duyuyorsam, onun mutluluğunu önemserim ve bununla mutlu olurum. Aşk ne güzel şey ve nedir bu kendimle kavgam! Ulan bunlar anlamaz, bunu düşünmem dediğim şeyi benim düşündüğümü açık açık söyleyeyim. Bu yazıyı buraya kadar okumuş olan herkesin bu temel zekada olacağını biliyorum.

Geçen gün iki çocuk annesi ve evli ablama (kendisi kendisine siz-… Hanım dememe bozuluyor, en azından bir gün bu yazıyı okuyacak olursa onun bozulmasını istemem) “Hayalin ne şuan?” diye sordum. “Uzun süredir Ağva’ya gitmek” dedi. Yıllardır gidememiş, İstanbul’da yaşıyor. Dedim ki “Evlilik, çocuklar, acılar sizi ne hale getirmiş farkında mısınız? Şimdi arabanıza atlasanız 2 saatte gidebileceğiniz bir yere gitmeyi, orada eşinizle tatil yapmayı hayal etmenize üzüldüm. Başka bir şey hayal edin, onu da hızlıca yapın.” Yanından ayrılıp yürümeye başladığımda “Yapabilse yapacağı şeyi hayal eder insan ve birisinin iyiliği düşünüyorsan onun hayalini küçümsemezsin, onun hayalini gerçekleştirmek için çaba sarf edersin. Bu saygısızlık bana yapılsaydı üzülürdüm. Dönüp özür dilesem nasıl olur, yok yok belki de söylediğim cümleler mantıklı gelmiştir. Zaten mantıklı şeyler söyledim ama nasıl olur da mantıklı şeyler söylemek birini üzebilir diye ‘mantıklı’ konuşmayalım mı? Sussam da saygısızlık oldu diye kendime kızardım, ‘mantıksız’ konuşsam da.”

Acaba yazının başlığını ‘Tamamını anlayanların bir sonrakini bekleyeceği yazı” mı koysam? Yuh! Bu nasıl bir egoistlik. Facebook’ta, Twitter’da ve Instagram’da kendi gönderisini beğenen adamlara çok gülerim bir de. Yazımı üstün zeka ürünü ve beğenilmesi gereken olarak tanımlamam, çok çok ayıp. Peki ayıp şeyler yapmak istememde ne sakınca var? Bir şey istedim diye kimseye ayıp olmaz ki, sonuç olarak bu başlığı koymayacağım. Neden sürekli üzerime geliyorsun ben? Çok yoruluyorum.

Nedir bu kendimle kavgam? Bütün bu kavgayı sadece sen sonlandırırsın diyerek bitirsem bu yazıyı bu aptal romantizme gülerim. Ama bir şekilde de söylemem lazım! Pişman olacağım işler yapan adamlarla, hiçbir yaptığından pişman olmayan adamların eline düşmüşüm ki bu hırpalanma canımı acıtıyor.

Çok konuşuyorum ve çok konuşmayı ahmaklık buluyorum.

3 Şubat 2019 Pazar

Anlamak çözmeye yetmez!


6 yaşında eline aldığı ilk kitapta yazarın adını görünce, annesine “Bu insan nasıl bu kitabı yazmış?” diye sorduğunda, Annesi; “Dolan tüm nesneler taşar, insan da.” demişti. O yaşlarda, dolan bir bardağa çok yavaş su damlatıp, taşmasını izlemeyi severdi. Taşmak deyince aklına sadece bu görüntü gelmişti. O dönem evde bulduğu şiir kitaplarını okumasını ve şiiri ekstra ilgiyle sevmesini buna bağlardı.  Damla damla taşmak…

Küçükken, büyük insanların çoğunun dolu bir cüzdanı, dolu bir tabağı, dolu bir kıyafeti, dolu bir insanı (erkeklerdeki göğüs, kadınlardaki kas merakı), dolu ve yoğun olan her şeyi kutsallaştırdığına kanaat getirmişti. Kanaat getirmek deyince, bu hissi en çok yaşayanlar çocuklardır. İnsanların çoğu; inancına, dinine, nasıl bir insan olacağına, nasıl bir meslek yapacağına, hayallerine, yasaklarına, kalıplarına, sınırlarına çok küçük yaşta kanaat getirir. Kanaat getirilen şey, bizim bir parçamız olur ve onu ne kadar büyüsek de kesip atamayız. O da yeni öğrendiği çağıldamak kelimesini çok sevmişti. Akarken taşlara, kayalara çarparak ses çıkarmak. “ Bir insanın da bir akarsu kadar çağıldama hakkı olmalıydı. Küçükken bir arkadaşı ona “İnsan olmasan ne olmak isterdin?” diye sorduğunda nehir demişti. Bazen taşlara, kayalara meydan okuyan bir debiyle yatağımdan taşmak ve bazen de “ipek bir şal olup omuzdan akarcasına” sakin ve dingin bir durulmak istemişti o an fakat bunu dillendirememişti. Yine aynı yaşlardaydı, o mavi gözleri gördüğünde kalbinin yerinden çıkışını mı engellesin, mavi gözlerin mucizesine yenik düşmenin tadını mı çıkarsın, ne yapacağını ve ne konuşacağını bilememesine mi çözüm bulsun, bilmediğinde... 3 kere onun yanına gidip, “Sana bişi dicem.” diyerek konuya girmiş; fakat iki kere arkasını dönüp giderek bir keresinde olduğu yerde ağlayarak rezil olmuştu. Halbuki bir anlatabilseydi onun için sınıftaki diğer tüm kızlara tekme atabileceğini, sadece ona kopya vermek istediğini, sadece onunla vakit geçirmek ve oynamak istediğini ve bu hislerin ilk kez bir mucize gibi yaşandığını; belki de o kızla bir kere sinemaya gidebilirdi. Ama olmadı. Öğretmeni bir kere hırsızlıkla suçladı onu. Hırsızın kim olduğunu biliyordu fakat ispiyoncu olmamak için değil, öğretmenin kendisini nasıl bununla suçladığını anlamadığı ve buna karşı hiçbir cevap veremediği için gidip o kırmızı kalemi kantinden alarak iade etmişti. Bir konuşabilseydi öğretmenine bunun için ne kadar üzüldüğünü, kendisinin suçlanmasının onu ne kadar kırdığını ve ne kadar yanlış olduğunu anlatabilseydi bir avukat olabilirdi. Ya da bir arkadaşı diğerini küfretti diye dövdüğünde sırf kendi de dayak yememek için güçlüyü tutmasaydı siyasetçi olabilirdi. Bir arkadaşı maçta yere düştüğünde bacağı kanayan arkadaşının yarasına bakabilseydi doktor, “penaltıyı ben atıcam.” deseydi futbolcu olabilirdi fakat o kalede durup maçı izleyen o kız için çok iyi kalecilik yaparsam onu ne kadar sevdiğimi anlar düşüncesindeydi. Hep gol yedi. Kız da hiçbir şey anlamadı. Sonuçta kanaat getirdi, yazar olacaktı. Bir nehir gibi çağıldayıp, taşıp her şeyi önüne katabilecekti ve sonra bir denizle birleştiği yerde sakinliği ve huzuru bulacaktı. Hemen annesine gitti, yazar olmak için ne yapılması gerektiğini sordu. Okumak ve etrafındaki tüm olayları dikkatlice gözlemlemek cevabını alınca, bunun matematik ve fen bilgisinden çok daha kolay olacağına sevinmişti.

Anneannesi ile beraber akrabaların İzmir-Özdere bölgesindeki kampingde diktikleri çadırda diğer komşularla beraber tatil adı altında yaşadıkları ortama gitti. İlk gözlemi; bikinili ve elinde biralı liseye giden ablanın, yarısı kumlu hasırda namazını yeni bitirip dua eden anneannesine “Allah kabul etsin.” dediğinde anneannesinin “Canım kızım, aç mısın, dolapta sütlaç var.” demesiydi. Ablanın, “Sana selam lütfettim diye bir de lakırdı mı edeceğim?” bakışlarıyla “Çok sağol teyzecim, okey oynayacağız.” demesinden sonra abla giderken anneannesi “Çok iyi kız.” demişti. Bir tarafta tüm saflığıyla iyilik dururken diğer tarafta kötülük duruyordu. Kötülük, çok güzeldi…

Kampın -bu abla da dahil- gençlerinin; eğlencesi bira, dondurma, kamp gazinosunda dans etme ve yüzme dışında eğlenceleri yoktu. Orada kapitalizmin tek temsili, monopol piyasaların yıldızı bir tek Bakkal Hakkı Amca’ydı. Tekeldi. Ve bunun güveniyle de 25 kuruşluk suyu, 75 kuruşa satıyordu. Hatta ondan alışveriş etmemek için haftada iki gün arabalarıyla şehre giden bir aile vardı. Bu zalimliğinin cezası ise kendi oğlu dahil kampın tüm gençlerinin bakkalı soymasıydı. Kampın en hayta, en dikkat çeken genci bir keresinde paltoyla geziyordu. Herkesin çıplak olduğu bir ortamda hemen dikkat çektiği için onu gören herkes, illa bir şey söylüyordu. O da hemen gülümseyerek, paltosunun önünü iki eliyle açarak –adeta Matrix gibi- paltosunun içine tutturduğu bir sürü pedi gösteriyordu. Ve havaya fırlatıyordu. Özellikle üstünde mayo olmayan ve dün denize girmeyen kızların yanına gittiğini söylediğinde, onu zeki bulmuştu. Ama Bakkal Hakkı Amca’yı oyalayan bir grup ayarlanmışken, bütün dondurma dolabının kumsalda yağmalanması en büyük gösteriydi. Pirinci biten, çayı azalan teyzeler ve gençlerle beraber bira içip tavla oynamak lütfunda bulunan amcaların sadece bir genci görmeleri yeterliydi. Herkes doğal bir şeymiş gibi çalar olmuştu. Orada çekirdek alışkanlığı başlayan insanlar olmuştu… Hakkı Amca’nın eşi Zehra Teyze bu ilişkideki “daha” kelimesinin çoğunu hak ediyordu. Hakkı Amca’nın tek dahası “para”ydı. Kampta hiç kimsenin görmediği halde herkesin net olarak bildiği bir şey vardı; “Hakkı Amca’nın eşi Zehra Teyze manav traktörüyle gelen herife veriyordu.” Vermek, kelimesinin böyle ucuz bir kullanımının olduğunu orada öğrenmişti. Daha birçok şeyi öğrendiği gibi. Akrabalarından bir kadın, kocasına çok dikkatli bakıldığını ve kur yapıldığını iddia ederek okey masasını yere sermişti. Karşı komşusu kadına böyle bir itham gelince, itham edilen kadının kocası ne yapacağını şaşırmıştı. Karısını mı savunsun, karısına mı kızsın bilemeyip para verip Hakkı Amca’dan bira aldırtmıştı bir çocuğa. Kafası öyle karışmıştı ki, sigara yaktığında kimsenin biraya para vermediği ortamda biraya para vermiş olmasının saçmalığını yargılar bakışlara maruz kalmıştı. Öte yandan yılların arkadaşlığı bir anda bitmişti. Genç dimağların kulaklarının ilk kez duyduğu efsane küfürler edildi. Tüm kirli çamaşırlar ortaya döküldü. “Kocan, Emrullah Beylerin kızını denizde sıkıştırdığında niye böyle bağırmadın?”lar mı dersiniz, “Neden sadece biz mangal yaktığımız gün sizin de pişecek bir şeyleriniz oluyor; bir kere mangal yaktığınızı görmedik?”ler mi dersiniz, “Kardeşine tecavüzden yargılanan fakat kardeşiyle beraber kampta bulunan Şükrü’yle sabahlara kadar okey oynuyorsunuz.”lar mı dersiniz, “Senin ayyaş kocanı ne yapacağım?”lar mı dersiniz…

O yaz bittiğinde ağzına kadar dolmuştu. Fakat yeterli derecede kitap okumadığı ve yeterli gözlemi yapmadığı için henüz kalemle buluşan elleri bir türlü kağıda değmiyordu. Ya da o öyle sanıyordu. Kitap okudukça, ailesine gelen “Solcu mu olacak bu şimdi?” sorularını anlamadığı bir yaştaydı henüz. Herkesten gizli, bir cafeye gidip demliğiyle gelen papatya çayını içerek kitap okuma alışkanlığı gözüne çok hoş göründü ve bu alışkanlığı edindi. Boş vakitlerinde ve ders çalışması gereken vakitlerde, bunu yapıyordu. Tüm harçlığını bu alışkanlığı için harcıyordu ve yetmiyordu. Liseye yeni geçtiği dönemde, gençlerin kahvehanelerde parasına ya da hesabına batak attıklarını duydu. İlk ve son kumar alışkanlığı bu oldu. Çünkü kumarın insan için bir araçtan bir amaca dönebileceğini çok hızlıca gördü. Fakat Dostoyevski’nin, Hugo’nun, Tolstoy’un verdiği haz kadar haz vericiydi kahvehanedeki ortam. Hangi içecekten kaç tane içildiğinin bu kadar iyi yönetilmesi, en büyük şirketlerin kurumsal yönetim çabalarını hiç etmişti.

Kitap okumanın ve gözlemlemenin; insanın taşmasından, çağıldamasından ziyade yeni boşluklar açtığını görmüştü. Gözlemlemek yerine yaşamak lazımdı belki de. Korkunç yerlere korkusuzca girmek hali vücut buldu onda. Denenmemişi denemek belki onu taşıracaktı. İçinde küçüklü büyüklü boşluklar bırakan kadınlar, ortamlar, kafa güzellikleri…

35 yaşına geldiği o günlerde, etrafında gözlemlediklerinden dolayı herkese merhametle yaklaşıyordu. Yapılan bütün kötülükleri insanın acizliğine veriyor ve acıyordu. Sonra hepsine merhamet edip kimseye kin besleyemiyordu. Eninde sonunda kendisi de insandı ve herkesin nasıl aciz olduğunu kabul etmişti. Geçenlerde birine aşık olduğunu söyledi. “20 yılda bir insana çıkan bir piyango; bir insanın tüm inançlarından, kanaatlerinden vazgeçip sadece birinin gözlerine bakarak mutlu olmak istemesini, onu mutlu etme heyecanımı nasıl da anlatacağım göreceksin dostum. Bütün okuduğum kitapların hakkını vererek anlatacağım hislerimi. Kesin kararım diyordum ya, çocuğumuz olması fikrine bile alışabilirim.” demişti. Sonra gitmiş kıza WhatsApp’tan “Gülten Akın- Seni Sevdim şiirini size karşı besliyorum.” yazmış. Kız “Olmaz.” Diye cevap verince içip içip “Seni benim kadar kimse sevemez.” yazmış. Kızı 4 kere gördüğü için kızın onu ciddiye aldığını sanmıyorum. Ama görseydiniz gözlerini, “Gerçekten sevmiş.” derdiniz.  Dün gece intihar etmiş, sabaha karşı ölmüş. Bir küçük kağıt bulmuşlar elinde…

“Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, 
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e 
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.“

William Shakespeare

12 Ocak 2019 Cumartesi

Fuzuli yazılar-1


ALBÜM-LAFIMA GÜCENME

Ari Barokas çok güzel bir albüm yapmış. Tüm albümü hiç atlamadan dinledim. Albümün adı “Lafıma Gücenme”. Fakat kendini zora sokma ihtimali bulunan lafları söylemekten çekinmemiş. Çoğunluğu karşısına alacak muhalif yapıdaki albümde sözler kadar müzikler de güzel. Ama Ortaçgil’in de dediği gibi ülke dinleyicisi, bir şarkıda müzikten çok sözü dinleyenlerden oluşuyor. Ari, herkesi düşünmüş. Duman grubunun sevdiğimiz birçok şarkısı da referansı. Ama Türkiye’de hakkı verilmemiş albümler listemde yerini aldı.

Sezen Aksu “Düğün ve Cenaze”
Haramiler  “Kar yağıyor bugün Ankara’ya”
Erkan Oğur “Dönmez yol”
Ari Barokas “Lafıma gücenme”
Grup Merdiven "Çiçeği Burnunda"

BİREYSEL SÖZLÜK

Enflasyon: Küçükken 10 TL harçlık alınca mutlu olanların, harçlık verecek yaşa geldiğinde 50 TL vermeyi kendine yedirememesi.
Demokrasi:  Halkın kendi kendisini yönettiğini sanıp, verginin vergisini ödediği organizasyon. İnsan hiç kendinden verginin vergisini alır mı?
Aşk: Yaşayanların ne kadar büyük bir mucize içinde olduklarını düşünmelerini engelleyen, fizyolojik etkileri yönüyle bakıldığında huzurdan ziyade nefrete benzeyen ve hırs, ihtiras, acı, doyumsuzluk gibi duygular ile psikolojik rahatsızlıkları ve cinsel dürtüyü kamçılayan yoğun duygular bütünü, mucize.
Seçenek: Nicel artışı niteliğinin azalmasına sebep olan ihtimaller bütününün üyesi.

SERBEST BOŞLUK

İnanan ve inanmayanları ortak paydada buluşturacak bir önermem var:
Şeytan varsa ya da yoksa sadece inananların başına bela!

En kötüsü de hayallerimin içine sızdılar. Parayı, makamı, duygusuz cinselliği ne zaman hayallerimin içine soktular bilmiyorum. “Daha” kelimesini çok duyduğum bir dönemdi sanıyorum. Daha iyi ev, daha iyi kıyafet, daha iyi oyuncak, daha iyi ilaç, daha iyi tedavi, daha iyi araba, daha iyi komşular, daha iyi arkadaşlar, daha iyi kitaplar, daha iyi gösteriler hatta daha iyi bir eş… O ara bir yerde girdiler kanıma sanıyorum. Yoksa ben her hayal kurduğumda, hayalimin bir yerinde güzel bir çiçek olurdu mesela. Sistemin kölesi oldu diye kimseye kızamıyorum, insanın kanına nasıl bir anda, nasıl derinden sızabildiklerini biliyorum.

Mucize kelimesinin anlamının acze düşüren olduğunu öğrendiğimde sevinmiştim. "Allı Turnam bizim ele varırsan"daki allı turnanın flamingo olduğunu öğrendiğimde ve krizantem çiçeğine kasımpatı dediğimizi öğrendiğimde üzülmüştüm.

Hiç görüşemeyeceğinden emin olsan bile yaşamasının senin için önem arz ettiği tek insan anneymiş.

Bence, bence kelimesi gereksiz. Başkasının fikrini, cümlesini söyleyen insan bunu belirtmeli zaten. Geri kalan her şey bence.

Birini "Sana aşığım." diyerek kandıracak olmak fikrini kabullenemiyorum. Bunu ilk her kim başlattıysa yazıklar olsun. Belki çok romantik ama birine bunu söylediğinde karşısındaki insanın nasıl bir mucize içinde olduğunu, onun için ne değerli olduğunu bilmeli insan. Bu laf öyle üstünkörü geçilmeyi, kusura bakma ama benim ilişkim var denmesini ya da benden daha iyilerine layıksın lafını hak etmiyor. Hiç aşık olmadan ve olunmadan ölenlerin dünyasında, böyle büyük bir mucizeyi duyan kişinin en azından karşısındakine gönülden bir saygı duyacağını düşünüyorum. Onu, o sırada hayatta en çok seven, onun için yapabileceklerinin sınırı olmayan birini elbette reddedebilir ama bir iki bilindik lakırdıyla karşısındakini yarım bırakıp gitmemelidir. İnsanlar arasında bunun gibi yazılı olmayan sözleşmeler olmalıdır. Bu işin romantik tarafı. Gerçeğe döndüğümüzde insan, insana nasıl tecavüz edebilir? Eğer ki bana böyle ucuz, basit ve cevaplayamadığım sorular sordurtmasaydınız, çok daha güzel sorular bulabilirdim. Onları düşünürdük. İnsan, insana nasıl tecavüz edebilir?

ŞİİR – Güvercin Kasapları/ Tahsin Saraç

Yel ulur kar tozdurur bir kış
Yazı yabanda şu sıra içimiz.
Oysa sevmelerin ustasıyız biz
Bir de alçaklıklarla kavganın.
Alıcıkuş kesiliriz ve de ense kökünde
Göğsümüzdeki o sıcak güvercini
Kara dirgen elleriyle
Boğmaya kalkışanların.

Neden, güvercin kasapları, barışımıza kan bularsınız
Öyle kötüsünüz ki
İki gözden dört ölüm bakarsınız.

Tabanca gibidir tabanca
Sevgilenmemiz de vuruşmamız da
Ya yürek dalında patlar
Ya da bir alın çatında.
Ne ki çok kez dalaşmaktansa
Acıdan yükünü tam almış
Güçlü bir katır gibi
Vururuz yalnızlık yokuşumuza.

Neden yolunuz bu denli ıramış güzellikten
Öyle bataklıksınız ki
Bir çiçek düşü bile geçmemiş içinizden

SADİ ŞİRAZİ’Yİ TANIYALIM

“Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi.
Bilmez ki sorsun, bilse sorardı.”

"Bir ömür daha lazım bu hayattan sonra,
 Çünkü bu ömrümüz sadece ümid içinde geçti.”

"İnsanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun.
Çok uzaklaşma donarsın; çok yaklaşma yanarsın."

"İki şey hayatimizi karartır:
Susacakken konuşmak, konuşacakken susmak."

"Sevgisiz bakınca Yusuf bile çirkindir.
Şeytana aşkla bakınca onu melek sanırsın."

Aşıklara nasihat
"Ben sana denize açılma demiyorum.
Açılacak olursan tufana bile katlan, diyorum."

"Eğer bir kimse senin yaratılışından yararlanmıyorsa, yaratılış cevherinin bir kara taştan farkı yoktur. hayır, güzel dostum, yanlış söyledim: çünkü taşın bir yararı var, demirin de, tuncun da... Ve eğer bir taş bir kimseden daha üstünse o kimse insanlık namına ölmelidir."

“On derviş bir kilime sığar da iki sultan bir saraya sığmaz”

"Düşmanın tevazuluğuna aldanma, zira su en büyük kayaların bile dibini yalaya yalaya devirir."

"Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmıyorsan cahilsin demektir."

“Unutma ki ağzında bal olan arının kuyruğunda iğnesi vardır."
"Bir gece sevdiğim içeri girdi. yerimden öyle bir fırlamışım ki elbisemin eteği mumu söndürdü. güzelliği ile karanlığı dağıtan sevgilim sordu; ben gelince neden ışığı söndürdün? Dedim ki; güneş doğdu zannettim."

"İki göz; Allahü Teâlâ’nın kudret ve san'atını görmek içindir. Eşin dostun ayıbını görmek için değildir."

"Güzellerin zülfü aklın ayağına zincir, zeki kuşa öksedir."

“Bulut, âb-ı hayat yağdırsa, yine de söğüt ağacından bir yemiş yiyemezsin. Çünkü söğüt ağacının meyvesi yoktur. (kalp gözleri âmâ olmuş) Alçak ve bozuk tabiatlı kimse ile vakit geçirme. Çünkü hasır kamışından şeker yiyemezsin.”

''Bilgisiz bir kimse, savaş davuluna benzer, sesi çok, içi boştur.''

"Seni kötülememi istemiyorsan, beni değil kötülüklerini ortadan kaldır."

“Sultan, haksız olarak bir köylüden bir yumurta alsa, adamları köylünün tüm tavuklarını alır“ 

"Sınanmadığın günahın masumu sanma kendini."

"İnsan bir damla kan, yüz bin endişedir. "

''Akıllı insana hatasını göster, sana teşekkür eder. cahil kişiye hatasını göster, sana küfür ve hakaret eder.''

“Ben, doğru yolda kaybolmuş insan görmedim."

"Bu dünyadan ötekisine iyilikten başka bir şeyi yanında götüremezsin, şimdi ihtiyar (ihtiyar: seçim) sendedir, ne istersen onu götür."

"Güzel bir kadın, bir mücevher
İyi bir kadın, bir hazinedir."

Son olarak aşağıdaki gibi bir üçlemeden bahsedilir:

“Aşka uçma kanatların yanar.” Sadi Şirazi
“Aşka uçmadıktan sonra kanatlar neye yarar?” Mevlana Rumi
“Aşka vardıktan sonra kanadı kim arar?” Yunus Emre.

Üçü de doğru, üçü de birbirinden üstün değil. Sezen Aksu ve Meral Okay’ın dediği gibi:

“Işığa uçar bütün pervaneler
 Ateşe giderken ne şahaneler
 Dönerek acıyla aşkla şu alemi
 Yana yana raks eder divaneler”

5 Ocak 2019 Cumartesi

YUKARI PARTİ KURULDU- SİYASET 2.0


Sağcı, solcu ve orta yolculardan oluşan halkın, siyaseti kendilerine sunulduğu gibi görme zorunlulukları bitmiştir. Aşağıdaki şekilde görüleceği üzere, siyaset bir doğru üzerinden insanlara sunulmuştur. Yukarı Parti olarak biz halkın yönetimini 2. Boyuta atlatmak istemekteyiz.



Planlarımız

  1. Konunun en yetkin uzmanlarının desteğini alarak, 18 yaşını doldurmuş  her vatandaşın “sadece kendinin kullandığına emin olduğumuz” bir aplikasyonla her konuda elektronik seçimler yapacağız. Aplikasyon yüklenebilen telefonu bulunmayan herkesin bu hakkını gözetecek ve onlara haklarını vereceğiz. 10 milyon oy almamış önerileri dikkate almayacağız. Herkes öneride bulunabilecek!
  2. İlk hamlemiz sağlık sektörüne olacak. Mutlu ve huzurlu bir toplumun hem beden hem ruh sağlığından şüphesi olamaz.  Reklamı, kullanıcısına yapılmayan ürünler içinde en önemlisi ilaç! İlaç şirketleri, alıcı ve satıcıya gösterdikleri ilginin çok daha fazlasını doktorlara gösteriyor. Doktorlar kesinlikle ilgi görmeli, onları omuzlarda taşımak lazım lakin ilaç sektörünün kota karşılığı verdiği büyük hediyeler, promosyonlar ve benzeri her türlü “doktorların tarafsızlık ve karar verme süreçlerini etkileyen” etik dışı durumlar sonlandırılacak. Doktorlarımıza, ilaç kotası ile değil “iyileştirme” kotası ile en büyük ödülleri –haklarını- vereceğiz. Eczacılarımız, işlerini bir ticaret erbabı olarak değil bir bilim insanı olarak sürdürecekler. Her ilaç üretim veya pazarlama şirketine devlet kadrosundan eczacılar ve denetçiler atanacak, içerideki tüm olumlu/olumsuz gelişmeler takip edilecek. En önemlisi, “Kimse ilaçsızlıktan devasız kalmayacaktır.” Bunu zalimlik adlediriz!Bir toplumun, bir ailenin, bir kişinin bütün huzurunu psikoloji bozuklukları yönettiği için, Psikoloji Bakanlığı kuracağız. 6 yaşını doldurmuş her vatandaşımıza yılda en az 3 sefer tarafsız muayeneler yapılacak. Tüm tedavi süreçleri devlet tarafından karşılanacak olup, mutluluk seviyesini birim bazında ölçümleyerek psikiyatrist ve psikologlara en büyük ödülleri –haklarını- vereceğiz. Ayrıca “Psikoloji Bakanlığı” ve “Eğitim Bakanlığı” iş birliği ile her noktada herkesin istediği zaman üyesi olabileceği ve ulaşabileceği kitap meclisleri kuracağız. Kitap meclisleri, okudukları kitapları tartışarak yola çıktıkları oturumlardan sonra herkese açık bildirilerini yayınlayacaklar. Bu bildiriler tarafımızca takip edilerek, refaha kavuşmamız için kullanılacaktır.
  3. Tüm işletme ve ekonomi profesörleri, tüm özel şirketlere atanarak haftada bir gün danışmanlık hizmeti verecektir. Yine işletme ve ekonomi öğretim üyelerinden oluşan ekonomi meclisi ekonomiye, vergi hukukuna, iş hukukuna yön verecek.
  4. Boşanma davası açılmayacaktır, birisi boşanmak istediyse boşanabilecektir. Evlilik için imza zorunluluğu kaldırılacaktır. İsteyenler için “soyadı” işlemleri internet üzerinden yapılabilecektir. Tüm davalar; davanın konu olduğu mahal/mahallerde, 10 yıl üzeri hapis cezası üzeri tüm ülkede vatandaşların oylamasına açılacaktır. Adaleti çoğunluğun vermesini istemedik önce. Bunun sonuçlarının kötü olabileceğini düşündük lakin başka bir insanın hayatını “sadece bir insan ya da bir grubun” normlarına, vicdanlarına, yasalarına bırakmanın daha korkunç olabildiğini düşününce böyle bir karar verdik. Gelecek her türlü alternatif öneriye açığız. Hapis cezasına çarptırılan herkes, denetim altında topluma yararlı hizmet yapmak zorunda olacak. İnsan hakları göz önünde bulundurularak tüm mahkumlar halk için çalıştırılacaktır. Islah olup olmadıkları ve psikolojileri sürekli olarak Psikoloji Bakanlığı’nın denetiminde olacaktır. Ve kesin kararımızdır, kimseyi öldürmeyeceğiz. İdam konusunu açmayın!
  5. Biz mutlu, huzurlu ve adaletli bir toplumda kimsenin teröre bulaşmayacağını düşünüyoruz fakat “Aykırılıklar Bakanlığı” kurarak toplumun içinde uyum sağlayamadığını söyleyen herkesi dinleyeceğiz ve herkesin sorunlarına çözüm üreteceğiz. “Her intihar topluma verilmiş bir notadır.” Cümlesini şiar ederek deva evleri kuracağız.  Bu deva evlerinin, insanların gelmesini kolaylaştıracak ve çekinmemesini sağlayacak her türlü faaliyeti olacaktır.
  6. Şehir planlama uzmanları ve mimarlardan oluşan şehircilik meclislerinden proje tavsiyesi almamış hiçbir konut yapımına izin verilmeyecektir. Halkımız ve biz çirkinlikler içinde yaşamayı hak etmiyoruz. Tüm mahalleler, mimarlarımız tarafından yeniden düzenlenecektir. Ayrıca herkesin ev sahibi olabilmesi için yapılacak tüm projeleri üreteceğiz ve destekleyeceğiz.
  7. Eğitim sektörünü yeniden yapılandırmamız en 5 sene sürecektir. Sistemin, müfredatların, tüm öğretmenlerin tekrar eğitilmelerinin, süreç ve karar mekanizmalarının, okulların hazırlanması için 2 sene boyunca hiçbir eğitim faaliyeti yapılmayacaktır. Çok bir şey kaybetmeyeceğimizi biliyor ve bu 2 senenin topluma yüzyıllar kazandıracağını düşünüyoruz. Bu iki sene boyunca tüm öğrenciler toplanarak okullarda yetenekleri ve gelişimleri ölçülecek, bu konuda yurt içi ve dışından en yetkin bilim insanları görevlendirilecek.
  8. Çocuk yapma ehliyeti dağıtımı boyunca çocuk yapmak kısıtlanacaktır. 18 yaşını doldurmuş ve isteyen herkes ehliyet alabilmek için bir sınava tutulacaktır. Sınavlar konuda yetkin bir kurul tarafından tarafsızlığı denetim altına alınarak yapılacaktır. Başvuru sırasında tüm adaylara ücretsiz olarak bir kitap seti sunulacaktır. Kitap seti, Jean-Jacques Rousseau’nun “Emile” kitabı ile başlayıp günümüzün çocuk gelişimi adına en başarılı kitapları bulunacaktır.
  9. Tüm kurumlar çalışan taleplerini devlete yapacaktır. “İnsan Kaynakları Bakanlığı” tarafından önceden belirlenmiş ve şeffafça açıklanan ölçütlerle değerlendirme yapılıp atamalar yapılacaktır. Şirketlerimizi büyük bir zaman ve ekonomik maliyetten kurtarmak ve özellikle “bir özelliğinden” dolayı iş bulamayanların (engelliler, kadınlar, eşcinseller, hüküm giymişler, inançlı ve inançsızlar(baş örtülüler, yoğun olan inanç/inançlara inançsızlar) vs.) toplumun içine sunulması noktasında kararlıyız. İş arayan ve 1 ay içinde işe sokulamayan tüm insanlar maaşa bağlanacaktır. 
  10. Edebiyat, sinema, tiyatro, heykel, fotoğraf gibi sanatların tamamına “önceden belirlenmiş ve şeffafça açıklanan ölçütlerle” destek olunacaktır.
  11. Verilecek ödül, ceza, desteklerin tamamının ölçütleri tüm vatandaşlarımızın bilgisine açıklanacaktır. Hiçbir konuda mülakat, bakanlık onayı, yönetici kararı uygulanmayacaktır!
  12. Moleküler Biyoloji ve Genetik, Fizik, Kimya, Matematik ve Mühendislik, Tıp, Eczacılık, Diğer sağlık ve fen bilimlerinin gelişimi için fonlar oluşturulacaktır. Dernek ve vakıfların hepsi devlet himayesi altına alınacak, vergi yerine bağış sistemi getirilecektir. Herkes toplumun gelişmesi için önceden belirlenmiş ölçütlerle, gelirine ve temel giderlerine göre devlete bağış yapacaktır. “Takip et” sistemi ile o ayki bağışının nerede kullanıldığı görebilecektir. Ayrıca toplanan tüm bağışların nereye ve ne kadar harcandığını gösterir 5 sayfalık ve aylık yayınlanan ücretsiz tüm halka ulaştırılacak olan “Bağış Raporu” ile devletin tüm gelirleri ve giderleri topluma açıkça gösterilecektir.
  13. Kağıt para ortadan kaldırılacak, bankacılık sektörüne yatırım yapılacaktır. Tüm işlemler kart, parmak izi ve çevrimiçi olarak yapılacaktır. Tüm halkın ödeme ve tahsilatları “etik olarak yoğun denetim altındaki” denetçiler tarafından hiçbir izin alınmadan kontrol edilebilecektir. Yasal olan fakat özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunmasına aykırı olan tüm bilgiler devlet tarafından koruma altındadır!
  14. İlahi kitapların(Kuran, İncil, Tevrat, Zebur) mealleri devlet tarafından isteyen herkese ücretsiz dağıtılacaktır. Devlet tarafından basılacak bu kitaplarda asgari 100 çevirmenin imzası bulunacaktır!
  15. Kadınlar günü, anneler günü gibi kutlamalara izin verilmeyecektir. Kadınlar her günleri kutlanıyormuş gibi hissedecekler. Hiçbir noktada, en ufak bir etik dışı anlayışa izin verilmeyecektir. Kadınlar ve çocuklar kırmızı çizgimizdir! Bu planlama 5 yıllıktır. 5 yılın sonunda “Tüm insanlar kırmızı çizgimizdir!” Diyeceğiz. Ama 5 yıl boyunca öncelik vermenin ve tüm düzeni eşitlemenin gerekliliğini hissediyoruz.
  16. İlk ay devletin himayesinde çeşitli test ve eğitimlerden geçmek ve diğer tüm vatandaşlar gibi çalışmak kaydıyla; ülkesindeki savaştan veya adaletsizlikten kaçmış, bizimle yaşamak isteyen her dünya vatandaşına kapımız açıktır.
  17. Toplumsal ve bireysel refah için herkes çalışmak zorundadır. Bu zorunluluğu kabul etmeyenlere zorla çalıştırma programı uygulanacaktır. Her insanın dinlenme, eğlenme, ibadet etme, kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılma hakları ile bunlara ayıracakları zamanlar devlet tarafından güvence altına alınmıştır!
  18. Dünya çapında temsil kabiliyeti bulunan kişi ve kurumlara dünya ölçeğinde projelerini üstlenme sözü veriyoruz. Sezen Aksu, Nuri Bilge Ceylan, Orhan Pamuk, Hasan Ali Toptaş, İsmet Özel, Zülfü Livaneli, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Birhan Keskin, Sırrı Süreyya Önder, Rasim Özdenören, İhsan Oktay Anar, Reha Erdem, Tolga Karaçelik, Pelin Esmer, Hüsnü Arkan, Nadir Göktürk, Haluk Bilginer, Nadir Sarıbacak gibi bazı sanatçılarımızı Kültür Bakanlığı baş danışmanı ilan ediyoruz. Kendilerine uğraştıkları sanatla ilgili her proje desteği sağlama garantisine karşılık ayda 2 gün ücretsiz danışmanlık almak istiyoruz.
  19. Futbol sektörüne ilişkin her türlü gelirin %60’ı bağışlanmak zorundadır.
  20. İmamlık mesleğini sonlandıracağız. Biz, camilerde yapılan ibadete önderlik için para alınmasını doğru bulmuyoruz. Emekli vatandaşlarımızın tüm “bağışlardan” muaf tutulmak kaydıyla, gerekli eğitimi alarak ücretsiz imamlık yapmasını istiyoruz. Düğünlere, cenazelere katılan tüm din görevlileri para almayacaktır. Bunun doğru bir şey olmadığını kendilerine izah edip, yaşam refahlarını yüksek tutacağız. Bu tarz dini ve vicdani işlemlerde para almamamın dini ve vicdani güzelliklerini yaşamalarını sağlayarak kendilerini ekonomik refahlarını diğer tüm vatandaşlar gibi devlet güvencesine alacağız.
  21. Emlakçılık sektörü sonlandırılacaktır. Ev sahibi olma hakkını kullanmak isteyen herkes devlete başvurmalıdır. Devlet gerekli araştırmalarla kendisine uygun evi bulacaktır. Hiçbir ev sahibi devletin belirlediği eksikleri gidermeden ev teslim edemeyecek ve evi teslim etmesi için sınırlı süresi olacak. Tüm insanlar mutlu olacakları bir ortamda yaşama hakkına sahiptir, bu hak da tüm insan hakları gibi devletin güvencesi altında olacaktır. Emlakçılarımızın ekonomik refahı güvencede tutarak, eğitim almaları sağlanacak ve üretim sektörlerine kaydırılacaktır.
  22. Ticari araç, üretim makineleri ve parçaları, teknolojik malzemelerin birleştirilmesi için alınan parçalar, ilk bireysel araç, ilk ev ve benzerinin satışından kaynaklanacak bağış oranı belirlenmemiştir. Ülkemizdeki huzurun ve mutluluğun artarak devam etmesini isteyen herkes gibi, imkânı olanlar gerekli bağışı yapacaktır! Vicdan komisyonu, gerekli bağışı yapmayanları adaletli bir şekilde cezalandıracaktır. Tüm cezalarda tek ilkemiz adalettir!
  23. Düşmanlık beslediğimiz, besleyeceğimiz herhangi bir grup bulunmamaktadır. Birilerinin bizimle düşman olmasını gerektirecek en ufak bir icraatımız olmayacaktır. Bize ateş etmeye ne toplumun ne dünyanın ne de vicdanın izin vermeyeceğini bildiğimiz için, askerlik harcamalarını 4/5 oranında azaltıyoruz. Vatani görev biçimleri değişecektir.  Biz yirmi yaşındaki gençlerin zorunlu olarak bir zamanını istiyorsak ve bu vatan içinse kadın-erkek ayrımı yapılmayacaktır. Yeme-içme-barınma-dinlenme-eğlenme haklarının güvencesini vererek 3 ay toplumsal hizmet görevini hayata geçireceğiz. Gençlerin; zihinlerinden, üretim güçlerinden faydalandığımızda bunun en büyük “vatani görev” olacağını düşünüyoruz.
  24.  Yokuşlara bisiklet asansörü yaparak ve bisiklet yollarını tamamen ayırarak yurdu bisiklet yollarıyla çevireceğiz. Korunaklı, modern, elektrikli şarj desteği olan modern bisiklet üretimine başlayacağız. Toplu taşıma araçlarına, aracın enerjisini karşılaması için pedallar ve bisikletler koyacağız. Ulaşımın tamamen ücretsiz hale gelmesini planlıyor ve vatandaşlarımızdan destek bekliyoruz.
  25. Devlet denetiminde “Uzlaşı Evleri” kuracağız; gönüllü veya görevli 25 jüri tarafından 5.000 TL altındaki ticari işlemler, bireysel tartışmalar, gruplar arası-aileler arası tartışmalar değerlendirilecek ve sonuç anında karara bağlanacaktır. Devletin mutlu, huzurlu ve refah içinde yönetilmesini isteyen vatandaşlarımızın tamamı bu ve bunun gibi gönüllü görevlere katılacaktır! Jüri seçimleri çevrimiçi başvuruların sistemsel olarak rastgele atanmasıyla belirlenecektir, yeterli sayıda başvuru olmadığı özel durumlarda “vatani görevleri”ni yerine getiren gençler jüri olacaktır 
  26. Toplumun en ufak biriminden tamamına kadar birini/birilerini etkileyecek hiçbir karar kimse tarafından tek başına alınamayacaktır.
  27. Her şeye elbirliği ile çözüm bulabileceğimizi düşünüyoruz. Tek taraflı aşklara, özlemlere, engellenemez vefatlara çare olamayız. Ama sevdiğine ulaşamamış ya da sevdiğini kaybetmiş herkesin 5 yılda birden az olmamak kaydıyla 1 ay ücretli izin hakkı bulunmaktadır. Bu sürede gözetim altında olacaklar ve kendilerini toparlamaları için gereken her şey devlet güvencesi altında olacak. Kötü günde herkes birbirinin yanında olacak!
  28. Herkesi üretime katacağımızı umuyoruz. Herkesin birbirine gönüllü olarak iyilik yapacağından emin olduğumuz için, eğitimini tamamlamış herkese “Refah sınırı”nın üstünde ücret vaat ediyoruz. Refah sınırı üniversiteler komisyonu tarafından açlık sınırının üzerine aylık sanat aktivitelere katılma, kişisel hobilerin karşılanması gibi ihtiyaçlar da eklenerek hesaplanacaktır.
  29. Tüm banka hareketleri, tüm faturalı işlemler çevrimiçi olacağı gibi kimse beyanname hazırlamayacaktır. Tüm bağışlar, devlet tarafından işlem bazlı sebepleri açıklanarak herkesten devletin hazırladığı beyan üzerinden ödenecektir.
  30. Şeriat yasalarının bazılarının uygulanmasından eşcinsel evliliklerine, alkolün yasaklanmasına, yukarı partiye en ağır eleştirileri yapmaktan tüm planların derhal unutulmasına kadar her şey özgürce tartışılabilecek. Kimse düşüncesinden dolayı yargılanmayacak, toplumsal şiddete uğramayacak, hakaret görmeyecek! Bunlardan biriyle karşılaşması ihtimali olduğunu söyleyen her vatandaşımız korumamız altındadır.
  31. Kitap okuma seferberliği başlatılacak!
  32. Her eczaneye, her özel hastaneye, her özel okula devlet %20 ortaktır ve 1 adet denetimden sorumlu bağımsız denetçi atar. Sermaye payı derhal ödenecektir.
  33. Rüşvet, torpil, hısımcılık gibi etik dışı hiçbir işleme izin verilmeyecek; bununla ilgili her türlü ihbar 3 iş günü içinde sonuçlandırılacak!
  34. Kimsenin hiçbir konuda özel dokunulmazlığı olmayacak!
  35. Belediyecilik ile ilgilenmiyoruz. Eğer tüm denetiminin bizde olması ve gelirlerin-giderlerin şeffafça tüm halk ile paylaşılması konusunda mutabık kalırsak, organizasyonunu ve ağını takdir ettiğimiz AK Parti’yi destekleyeceğiz. Ulaşım konusunu “hesap verebilecek durumda olmak” kaydıyla tüm yetkiyi AK Parti’ye bırakacağız. Belediyeler Baş Denetçisi olarak  Tunceli Ovacık Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nu -kendisi kabul ederse- atayacağız.
  36. Tüm eski cumhurbaşkanı ve başbakanlardan oluşan “İstişare Kurulu” kurulacak. Halkın kötü insanları başımıza getirmediğinden ve halka olan güvenimizden şüphe edilemez.
  37. Devlet; vatandaşın huzuru, mutluluğu ve refahı için vatandaş tarafından vekaleten atanarak vatandaşa hizmet eden bir kurumdur. Her türlü protokolü, özel uygulamayı kabul etmiyoruz. Özel uygulama ve protokol tüm halkındır.
  38. Yukarıdaki tüm planlarımıza makul bir gerekçe ile gelebilecek her türlü eleştiri sonrası, ikna olursak uygulamaları durdurabilir, revize edebiliriz.
  39. Tütünümüzü de, şekerimizi de, kağıdımızı da, aracımızı da, teknolojimizi de vs. kendimiz üreteceğiz. Çiftçilik ve üretim işletmesi çalışanlığı en az doktorluk ve öğretmenlik kadar önemli meslekler olacak ve tüm eğitim süreçleri devlet tarafından güvence altında olacak.
  40. Hepimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım. 2019 yılının 1. Ayındayız. 20+19+1=40 yapar. Ön planlamamız 40 maddedir.


BİZ BAŞA GELDİĞİMİZDE; SADECE, ENGELLEYEMEDİĞİMİZ VEFATLARA, ÖZLEMLERE VE AŞK ACILARINA ÜZÜLECEĞİZ.

Yukarıda yazılanların hiçbiri gerçek değildir! Böyle bir parti, oluşum, gruplaşma, bireysel fikir bulunmamaktadır! Zaten herkesin; herkesin refahını, sağlığını, huzurunu umursadığı bir dünyada yaşamadığımızı anlamamış romantiklerin iflah ve ıslah olmayacağını hepimiz biliyoruz. Yukarıdaki yazı, yazar olmak isteyen bir gencin “denemesi”dir. Bir kişi bile böyle bir şeyin olabileceğine inanırsa üzülürüm…

Günün Sözü

“ Bazen sadece test etmek için düşünceleri yazıya dökersiniz.” Nuri Bilge Ceylan

Günün şiiri

Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz? / Şükrü Erbaş
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakır dikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünemezler...
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar karılarını döverler
Seslerinin tonu yumuşak değildir
Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
Adım başı pınar olsa da köylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.
Çocuklarını iyi yetiştiremezler
Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur.
Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
Birbirlerinin evlerine ancak
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.
Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
Gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
Aldanmak korkusu içinde
Sürekli birbirlerini aldatırlar.
Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
Karılarından en az on adım önde yürürler
Ve bir erkeklik işareti olarak
Onları herkesin ortasında döverler.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
Kendilerinden olanlarla alay edip
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir.
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
Yiğittirler askerde subay dövecek kadar
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
Ezim ezim ezilirler.
Enflasyon denilince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.
Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler!

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini
                        ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
Yollara tükürürler..
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede
Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarını ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde...

KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL
                NASIL KURTARALIM?

Günün Şarkısı: